Hedef

Camiden medreseye, ticaretten ziraata, namazdan oruca, cihattan zikre kadar mü’min olarak her ne yapıyorsak yegâne hedefimiz Allah rızasıdır. Sadece namaz kılmaya başlarken ‘niyet ettim Allah rızası için sabah namazının sünnetini kılmaya’ diyor değiliz.

Dilimiz tekrar etmese bile mü’min kalbimiz yediğimiz bir simidi bile Allah rızasına dönüştürmek zorundadır. İçtiğimiz bir bardak meyve suyu için de kural budur. Bardağı ağzımıza götürürken ‘niyet ettim Allah rızasına’ demiyor olsak bile hayatımızı mü’mince yaşama mücadelemiz adeta toptan bir niyet ihtiva ettiği için onu da ana hedef olan Allah rızasına göre yapıyoruzdur. Allah rızasına dönüşmemiş olan bir zemzem suyu içmesi bile bizim için boştur. Onun zemzem suyu olması mukaddesleşmesine yetmeyecektir. Suyu su yapan o büyük rıza ırmağında akıyor olmasıdır.

Bu büyük mecrada akıp gittiğinde hayatımız, cami yolunda yürüyen adımlarımızla spor yapmak için attığımız adımlar benzer bir listede yazılır. Böylece evlilikler cihada dönüşür. Ticaret olduğu gibi bereket fışkırır. Sılayırahim o zaman anlamını bulur. Arkadaşlık, dostluk gerçek yerine oturur. Sabır gerçeği ile ve sonuçları ile kullanılmış olur. Namaz da ibadet olur anne babaya itaat de. Uhud o zaman dağ olmaktan yükselir, Bedir basit bir vadi olmaktan çıkar. Bu büyük hedefin mecrasına yerleşen küçük rakamlı bir sadaka dahi cennet fiyatları ile ölçülür. Bir tebessümün adı sadaka olur. Hasta ziyaret eden, ziyaret ettiği yerde Allah’ı bulur. Zikir yapan yaptığı zikirle göklerde anılır.

Allah’ın kitabı olduğu hâlde Kur’an okumak bile ancak ‘Allah rızası’ mecrasında Kur’an olur. Bir harfine sevap üstüne sevap verilen tilavet “senin için Allah’ım” diyerek okumaya başlayanın okuduğu her harfedir. Sesi güzel olanla olmayanın okuduğu Kur’an’ı aynı Kur’an yapan ilk baştaki o ‘senin için’ sözüne sadakattir. Şu fani dünyada ‘onun için olmayan’ hiçbir şeyin değeri yoktur. İster namaz olsun isterse oruç. Onun için olmadıktan sonra bir kayanın etrafında tur atmakla Kâbe’nin etrafında tavaf etmenin ne farkı olabilir? Tavafı tavaf yapan, ‘Allah’ın evinin etrafında Allah için dönülüyor’ olması değil midir? İnsanın eşi ile yaşadığı özel dakikalarını da sadakaya dönüştüren bu heyecandır.

Kanun gayet açıktır:

Allah’ın mülkünde, Allah’ın kulu, Allah için yapar yaptığını. Mülkü onundur. Kullar onun kuludur. İşler de onun için yapılacaktır. Mü’min basireti ile bakıldığında hayatı anlamla dolduran sır bu sırdır. Şehidin şehitliğindeki sır da budur. Alın teri ile kazandığını borç verir gibi sadaka veren bu sırrı yakalamıştır. Allah’ın mülkünde, Allah’ın kulu, Allah için yapacak yaptığını. Namazından zekâtına, haccından seyahatine, ziraatından ticaretine, sevmesinden nefretine, okumasından yazmasına, bakmasından görmesine kadar her işinde hedefi Allah’ın rızasıdır. Ezan okuyan müezzin ile ders veren muallim bu çizgide aynı yerde dururlar. Eşinin ağzına lokma koyup onunla şakalaşan mü’min, cihat meydanında verdiği molada atı ile eğleşen mücahit, bir caminin bahçesinde oyun oynayan mü’min insanların çocukları, bunların hepsi zilhicce gününde Allah için kurban olarak adanmış koçlarla bu adanmışlıkla şeref kazandıran ismin listesinde bulunurlar.

Allah razı olsun da dünyamız olmasın. Gam yemeyiz bunun için. Allah’ın razı olması cennet demektir. Ebedi olarak ateşten kurtulmak demektir. Emelimiz de budur.

Allah’ın mülkünde onun rızası için iş yapmanın ölçüsü sadece onun Şeriat’ını esas almaktır. Şeriat ölçü alınarak yapılan işler Allah için yapılmış olabilir. Şeriat’ın yok sayıldığı ya da ihmal edildiği işlerde Allah’ın rızası olmaz. Namaz da olsa oruç da olsa gerçek böyledir. Şeriat’ı tek kaynak, ashab-ı kiramı da tartışmasız örnek olarak gördüğümüz işlerde ‘Allah için’ yapma vasfı bulundurabiliriz. Çağdaş teorileri ve putlaştırılmış gibi tuttuğumuz beşerden kimseleri önümüzde tuttuğumuz sürece hedefe doğru yürümüyoruz demektir.

Site Footer